0232 445 78 25 0232 445 78 25 info@altiparmakhukuk.org

BASIN DUYURUSU

25.01.2024

BASIN BİLGİ NOTU

Hukuk Büromuzca 7783529 sayılı genelgenin iptali için açılan davada, Danıştay 8.Dairesi,  Milli Eğitim Bakanlığı'nın 21/07/2016 tarih ve 7783529 sayılı 'FETÖ/PDY Terör Örgütü ile Bağlantılı Olduğu Tespit Edilen Kurumlar' konulu Genelgesi'nin Üçüncü maddesinde yer alan; '... bu personele başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izin onayı düzenlenmeyecek ve MEBBİS üzerinde gerekli bilgiler işlenecektir.' ibaresinin İPTALİNE karar verdi. Danıştay 8. Dairesinin 04.10.2023 tarihinde verdiği E: 2017/5339, K:2023/4354 sayılı karar, tarafımıza yeni tebliğ edildi.

Arka Plan Bilgisi:

Davacı müvekkil, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'na tabi kurumda öğretmen olarak görev yapmaktayken davacının çalıştığı kurum, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin ekindeki “FETÖ/ PYD Terör Örgütü ile bağlantılı olduğu tespit edilen okullar” listesinde yer almıştır. Davacının çalışma izni 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında yayımlanan dava konusu Genelge doğrultusunda iptal edilmiştir.

Dava konusu genelgede yer alan, “çalışma izni iptal edilen öğretmenlerin bir daha hayatları boyunca bir başka özel öğretim kurumunda çalışamayacaklarına ve bu durumun Milli Eğitim Bilgi sistemine işleneceğine yönelik düzenleme”, Hukuk Büromuzca genelgenin iptali gerekçesi yapılmıştır. Bu düzenleme Anayasa ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile koruma altına alınmış olan; çalışma hürriyetine, gelişme hakkına, hukuki güvenlik ilkesine, kanunilik ilkesine, cezaların şahsiliği ilkesine, masumiyet karinesine ve en nihayetinde hukuk devleti ilkesine açıkça aykırıdır. Genelgenin ilgili düzenlemesi iptal edilmediği takdirde, sadece bu okullarda öğretmenlik yaptıkları gerekçesiyle çalışma hakları ömür boyu ellerinden alınan öğretmenlerin aslında “sivil ölüme” mahkum edildikleri açıktır.

Karar:

Müvekkilimize ait kişisel bilgilerin kararda yer alması sebebiyle Danıştay kararı bu bilgi notunun ekinde paylaşılamamaktadır. Ancak, karar gerekçesinden birebir yapmış olduğumuz alıntıda, Danıştay 8.Dairesi, başvurumuzun haklılığını kabul ederek, şu gerekçelerle Genelgenin ilgili bölümlerinin iptaline karar vermiştir:

“…Uyuşmazlığa konu düzenleyici işleminin ilgili hükmü uyarınca, kapsamda bulunan personel hakkında bir daha çalışma izni düzenlenmemesi sonucu doğduğu görülmekte olup; Genelge'nin hukuki sonuçlarının, OHAL'in süresini aştığı, dolayısıyla; denetimin olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan Anayasa'nın 13. maddesi bağlamında yapılması gerektiğine karar verilmiştir…

                                Kanunilik ilkesi, ilgililerin hangi davranış ya da eylemleri neticesinde ne tür bir yaptırıma muhatap olacakları hususunda öngörülebilirlik ve hukukî güvenlik sağlar. İdarî yaptırımların kanuniliği, idarenin keyfi olarak davranmasını engellediği gibi, hukuk devletinin gereklerinin de yerine getirilmesine hizmet eder. Çünkü, idarî yaptırımların bireylerin hak ve özgürlüklerine getirebileceği sınırlandırmalar kanunlarla belirlenebilir. Kanuni bir dayanağı olmaksızın idarî işlemle yapılacak bir müdahale ise, bireylerin hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden olur.

                                Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru incelemesi yaparken, temel hak ve özgürlüklere ilişkin ihlal iddialarının değerlendirilmesinde, başlıca ölçüt olarak 'kanunilik' kriterini benimsemekte olup;  'kanunilik' kriterini sağlamayan müdahaleleri, diğer güvence ölçütleri olan; meşru amaç, ölçülülük ve demokratik toplum düzeni için gereklilik açısından incelememektedir.

                               Belirtmek gerekir ki; Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca, hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır. (AYM kararları; Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56; Sanasaryan Vakfı, B. No: 2019/6264, 03/11/2022, § 73).

                                Bununla birlikte; temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup; bu noktada kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte; böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta; bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı sağlamaktadır. (AYM kararları; Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 62; Fatih Saraman, § 66; Turgut Duman, § 67; Tamer Mahmutoglu, § 104).

                               Bu açıklamalar ışığında; 5580 sayılı Kanun'un yukarıda yer verilen hükümleri dikkate alındığında; koşulların oluşması halinde, 5580 sayılı Kanun'a tabi kurumlarda görev yapan personelin çalışma izninin iptalinin mümkün olduğu, ancak; 'bir daha özel öğretim kurumlarında çalışma izni verilmemesi' sonucunu doğuracak veya buna imkan verecek bir kuralın bulunmadığı görüldüğünden; dava konusu Genelge'nin 3. maddesinde, kapsamda bulunan kurumlarda görev yapan, yönetici, eğitimci, öğretmen, uzman öğretici, usta öğretici ve diğer personele bir daha çalışma izni verilmemesi yolunda getirilen kuralın kanuni dayanağının bulunmadığı görülmektedir…”

Olağanüstü Hal kapsamında alınan, insan hak ve özgürlüklerine yönelik ölçüsüz ve hukuk dışı müdahalelerin bir örneğini oluşturan dava konusu düzenlemenin iptal edilmiş olması, hukuk devleti ve insan hakları adına bir kazanımdır. Hukuk Büromuz, herhangi bir ayrım gözetmeksizin insan hakları savunuculuğunda kendisine düşeni yerine getirmeye devam edecektir.

Konuya ilişkin basın duyurumuza  Basın Duyurusu-Çalışma Özgürlüğü ve 667 sayılı KHK Hakkında Danıştay Kararı linkinden ulaşabilirsiniz. 

Saygılarımızla

Altıparmak Hukuk Bürosu 

22.07.2023

BASIN BİLGİ NOTU

Danıştay, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’nde halkın katılımını zorlaştıran maddelerin yürütmesini durdurdu

Hukuk Danışmanlığını yürüttüğümüz Doğa Derneği adına, Hukuk ve Doğa Okulu katılımcısı hukukçularla birlikte hazırlayıp Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na karşı açtığımız davada, 29 Temmuz 2022 tarihli Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliğinin bazı maddelerinin yürütmesinin durdurulmasına karar verildi.

Bakanlığın “Yeşil Kalkınma Hedefleri” kapsamında çıkardığını iddia ettiği ÇED Yönetmeliğinin özellikle halkın ÇED süreçlerine katılımı, bilgi edinme ve yargıya başvuru haklarını ihlal eden düzenlemeleri içerdiğini tespit etmemiz üzerine, “Halkın Kararlara Katılımını Savunmak” başlığı altında ayrıntılı bir dava dilekçesi hazırlamış ve bu davaya hazırlık sürecini yayın haline getirmiştik. Bu yayına ve dava dilekçemize https://www.dogadernegi.org/wp-content/uploads/2022/10/ced-yonetmeligi-iptal-davasi.pdf   linkinden ulaşmanız mümkündür.

Basın bilgi notumuzun ekinde bir örneğini sunduğumuz ve Hukuk Büromuza 20.07.2023 tarihinde tebliğ edilen Danıştay 6.Dairesi’nin 16.02.2023 tarihli kararında;

  • Gerçekleştirilmesi planlanan projenin ÇED sürecinin başladığına dair ilanın, projeden etkilenecek olan halkın yaşadığı köylerde duyurulup duyurulmayacağına dair idareye belirsiz takdir yetkisi veren düzenlemenin;
  • Yine aynı şekilde halkın projeye karşı itirazlarını sunabilmesi amacıyla yapılacak olan duyurunun sadece internetten yapılmasını hususunda idareye belirsiz bir takdir yetkisi veren düzenlemenin;

Danıştay 6.Dairesi tarafından;  

“…projelerin özellikle kırsal bölgelerde yapıldığı dikkate alındığında, burada yaşayanların yaşam koşulları itibarıyla sadece internette ve il müdürlüğünde yapılan bir ilanla projeden haberdar olmasını beklemenin gerçekçi olmadığı, dolayısıyla halkın ÇED sürecine etkin bir şekilde katılımının sağlanması amacıyla askıda ilanın hem valilik, kaymakamlık hem de muhtarlık binasında yapılması gerektiği, dava konusu düzenlemenin ise bu haliyle çevrenin korunması, sürdürülebilir çevre ve katılım ilkeleri ile kamu yararı ile bağdaşmadığı…”  ve “…ÇED sürecinin şeffaf yürütülebilmesi ve çevre hukukunun temel ilkelerinden olan katılım ilkesinin tam olarak sağlanabilmesi amacıyla projeyle ilgili başvuru yapılmasından itibaren tüm sürecin, Yönetmeliğin ilanla ilgili diğer maddelerinde olduğu gibi, hem internette hem de anons veya askıda ilan ile duyurulması gerektiği…” gerekçeleriyle yürütmeleri durdurulmuştur.

Halkın katılım hakkının korunmasına dair bu önemli kararlara ek olarak Danıştay 6.Dairesi, proje bazlı değerlendirmeler sonucunda verdiği kararda;

  • Maden Kırma, eleme, yıkama ve cevher hazırlama işlemlerinden en az birini yapan tesislerin, ÇED uygulanacak projeler kapsamının dışında bırakılmasına dair düzenlemenin;
  • Eski yönetmelikte alt sınırı 50 ton/gün olan taş kömürü ve bitümlü maddelerin gazlaştırılması ve sıvılaştırılması projelerinin alt sınırının 500 ton/güne çıkarılarak bu sayede 499,9 ton/güne kadar olan projelerin ÇED kapsamı dışında bırakılmasına dair düzenlemenin;
  • Eski yönetmelikte “yıllık 5.000 m3 ve/veya 250.000 m2 ve üzeri kapasiteli mermer ve dekoratif taşların kesme, işleme ve sayalama tesisleri' için belirlenen eşik değerin, dava konusu Yönetmelikte '10.000 m3/yıl ve üzeri' olarak belirlenmek suretiyle m2 koşulunu kaldırarak, yıllık 9999 m3 ancak sınırsız m2’ye sahip tesislerin ÇED kapsamı dışında bırakılmasına dair düzenlemenin;

“…hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi uyarınca, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Yasal düzenlemelerde bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Dolayısıyla söz konusu kuralın bu haliyle hukukî belirlilik ilkesine aykırı olduğu…” gerekçesiyle, yürütmelerinin durdurulmasına karar vermiştir.  

Yürütmelerinin durdurulmasına karar verilen bu projelerin iklim değişikliği ile mücadele kapsamında en yüksek karbon salımına yol açan sektörler arasında yer aldığı da dikkate alındığında, bu projelerin ÇED sürecinden kaçırmasının, Bakanlığın “yeşil kalkınma hedeflerinin” içinin ne kadar da boş olduğunu göstermektedir.

“Yeşil kalkınma” iddiası sürdürülebilir yaşam, çevresel demokrasi ve katılım haklarını dikkate aldığınız ve ona uygun düzenlemeler yaptığınız sürece bir anlam kazanır. Yeni ÇED Yönetmeliğinin çevresel demokrasiye gerçekten bir katkı sunduğunu söyleyebilmek için, özellikle çevresel konularda halkın karar verme süreçlerine katılımını, söz ve karar hakkını garantiye alan düzenlemelerin yapılması şarttır. Bu sebeple, halkın katılım haklarının esas olacağı alanları çoğalmak ve bu haklara işlerlik kazandırmak amacıyla hukuki süreçlerin takipçisi olmaya devam edeceğimizi kamuoyuyla paylaşırız.

Saygılarımızla

Altıparmak Hukuk Bürosu

Ek: Danıştay 6.Dairesi’nin 16.02.2023 tarih ve 2022/7391 sayılı YD kararı

17.07.2023

BASIN BİLGİ NOTU

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’ndan Çevre Hakkıyla İlgili Davalarda Ortak Menfaate Dair Emsal Karar

Hukuk Büromuzca pro bono (toplum yararına hukuki hizmet) kapsamında takip edilen, zeytinlikleri madenciliğe açan yönetmelik değişikliğinin iptali için açtığımız davada Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDDK), çevre hakkını ilgilendiren davalarda birden fazla davacının birlikte dava açamayacaklarına yönelik Danıştay 8.Dairesi’nin kararını kesin olarak bozdu. 08.05.2023 tarih ve E:2022/3772, K:2023/950 sayılı DİDDK kararı, benzer nitelikli uyuşmazlıklar açısından emsal olma niteliğini taşıyor. Karar, halkın mahkemelere erişimi ve adil yargılanma hakkı açısından önemli tespitlerde bulunuyor.

Büromuz hukukçularından Av. Cem Altıparmak, DİDDK’nın kararını şöyle değerlendirdi:

“01.03.2022 tarihli Resmi Gazete’de, zeytinlik sahaları madencilik faaliyetlerine açmak için Madencilik Yönetmeliğinde değişiklik yapan yönetmeliğin yayınlamasıyla birlikte, kamuoyunda ciddi bir tepki ortaya çıktığı, birçok kişinin, çiftçi/tarım örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının davalar açtığı kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Açılan bu davalar sonucunda Danıştay 8.Dairesi’nce, değişiklik yapan yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bu davalardan bir tanesi de hukuk büromuzca 9 dernek, 7 kooperatif ve 11 gerçek kişi adına açtığımız davaydı. Ne var ki Danıştay 8.Dairesi bu davada davacıların ortak dava açma ehliyeti açısından oldukça sorunlu bir karar vererek, açılan davada davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunmadığı gerekçesiyle, her bir davacı tarafından ayrı ayrı dava açılmak üzere dava dilekçemizin reddine karar verdi. İdari Yargılama Usulü Kanunu’na göre dilekçemizin reddi halinde ya ret gerekçesine uyarak 27 davacı için ayrı ayrı 27 dava açacaktık ya da bu gerekçeyi adil yargılanma hakkının, mahkemeye erişim hakkının ihlali üzerinden tartışmak amacıyla davayı bir üst mahkemeye taşıyacaktık. 

Davacı müvekkillerimizle yaptığımız değerlendirmeler sonucunda, Danıştay 8.Dairesi’nin ret gerekçesine uyarak, her bir davacı için ayrı ayrı dava açmayı kabul etmemiz durumunda hukuk devletinin temelini oluşturan hak arama hürriyetinin, mahkemeye erişim hakkının, adil yargılanma hakkının, yurttaşların ülkedeki bir hukuksuzluğa karşı toplumsal dayanışma içinde ve bir arada haklarını savunma özgürlüklerinin nasıl ciddi bir risk altına gireceğini tespit ettik. Bu gerekçeyi kabul edip her bir davacı için ayrı ayrı davalar açmamız halinde, bundan sonra Türkiye’nin herhangi bir yerinde iki kişinin bir araya gelip de çevre, doğa ve insan hakları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda, birlikte dava açamaz hale geleceğini gördük. Bu yüzden Danıştay 8.Dairesi’nin bu hukuksuz kararının genel bir uygulama, bir içtihat haline dönüşmesine izin vermemek için, aynı “hatayı” bile isteye tekrarlayıp tüm davacılar adına yine tek bir dava açtık ve davamızın bir kez daha reddedilmesi üzerine kararı temyiz ederek, davamızı DİDDK’ya taşıdık.

Temyiz gerekçelerimizin ana çerçevesini, davacıların birlikte dava açma haklarına dair incelemenin bu kadar katı ve şekilci uygulanmasının ve davacıların ayrı ayrı dava açmaya zorlanmasının, adil yargılama hakkı ve mahkemeye erişim hakkı açısından ağır bir ihlal olduğu görüşü oluşturuyordu. Anayasanın 36. maddesinde, 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' hükmü yer almaktadır. Anayasa’nın 56. maddesi “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” der. BM Genel Kurulu, 28.07.2022 tarihinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 161 ülkenin oyuyla temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevreye erişimi evrensel insan hakkı ilan etti. Çevre Kanunu’nun 1. maddesi, bugünkü ve gelecek kuşakları kapsayacak biçimde çevrenin bütün canlıların ortak varlığı olduğunu söylüyor. Aynı Kanunun 3. maddesi, “başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevlidir. Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür”, demekte.  Anayasal ve yasal düzenlemeler böyle iken doğa, çevre ve insan hakları ihlallerine yol açacak ve olumsuz sonuçlarını tüm ülke çapında doğuracak olan bir işleme karşı birden fazla gerçek ya da tüzel kişinin birlikte ortak dava açamayacaklarını, dava açmakta ortak menfaatlerinin bulunmadığını ileri sürmek, zaten kamu idareleri ve şirketler karşısında dezavantajlı bir konumda olan, ihtiyaç duyduğu hukuki yardıma ulaşamayan, dava masraflarının temini açısından ciddi sıkıntılar yaşayan yurttaşların hak arama mücadelesinde iyice yalnızlaşmasına, ortak davalar yoluyla toplumsal dayanışma gücünün ellerinden alınmasına yol açar. Bu yaklaşım ise adil yargılanma hakkı başta olmak üzere, mahkemeye erişim ve adaletin adil idaresi ilkelerine açıkça aykırıdır. Oysa temyize konu davada gerçek ve tüzel kişi müvekkillerimiz, kendilerinin ortak sorumluluğunda olan bir şeyin yani doğanın yok edilmesi nedeniyle ve bir anlamda ‘paydaş’ sıfatıyla kişisel, somut, güncel menfaatlerinin ihlal edilmesi sebebiyle, birlikte harekete geçmektedirler. Bu davayı birlikte açabilme hakkı onların Anayasal hakkıdır.    

Bu hukuki çerçeve içinde detaylandırdığımız temyiz başvurumuz neticesinde Danıştay İdari Dava Dairleri Dava Daireleri Kurulu;

“… mahkemeye erişim mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte getirilen kısıtlamaların hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/1. Maddesi (Adil Yargılanma Hakkı) ile bağdaşabileceği…”

“…Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru usulü kapsamında vermiş olduğu kararlarda, mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiği ifade edilmiştir. Mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği…”

“…Somut olayda, davacılar tarafından dava konusu Yönetmelik hükmü ile tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlarda madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine imkan tanındığı, bu durumun zeytinlik alanların tahrip edilmesine/yok olmasına neden olacağı belirtilerek çevre hakkının ihlal edildiği iddiasıyla dava açıldığı hususu ile mahkemeye erişim hakkına ilişkin yargısal içtihatlar göz önünde bulundurulduğunda, Müşterek Kurulun davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunmadığı yönündeki gerekçesinin aşırı katı ve şekilci olduğu…”

“…Bu itibarla, usul hükümlerinin aşırı katı ve şekilci yorumlanması suretiyle verilen temyize konu Müşterek Kurul kararında Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden hukuki isabet bulunmadığı…”

gerekçeleri ile Danıştay 8.Dairesi’nin kararını, kesin olarak bozmuştur.

DİDDK’nın bu kararı emsal niteliğinde olup, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrede yaşamanın evrensel bir insan hakkı olduğu ilkesi de birlikte değerlendirildiğinde, bu karar, doğanın ve doğa ile uyumlu bir yaşam sürdürmek isteyen tüm canlıların haklarının korunup savunulmasında, tüm yurttaşların, meslek odalarının, birliklerin ve sivil toplum kuruluşların ortak hareket etmek ve birlikte dava açmak noktasında ortak bir kamusal menfaate sahip oldukları gerçeğini bir kez daha teyit etmektedir.

Saygılarımızla

Altıparmak Hukuk Bürosu

Ek:  08.05.2023 tarih ve E:2022/3772, K:2023/950 sayılı DİDDK kararı

Basın bilgi notunun pdf versiyonuna ulaşmak için: 17.07.2023 tarihli Basın Bilgi Notu

 

 

 

TÜM HAKLARI SAKLIDIR 2019 ©
Powered by