0232 445 78 25 0232 445 78 25 info@altiparmakhukuk.org

Bilgi Notu 2022-06: İklim Göçü

İklim Göçü konusunda hazırladığımız bilgi notunu sivil toplum kuruluşları ve hukukçuların ilgisine sunuyoruz.

İklim göçü kavramı, iklim değişikliğinin etkilerinin artmasıyla birlikte hem ulusal hem de uluslararası alanda artan şekilde gündeme gelmeye başladı. Bilgi notumuzda iklim göçünün tanımına, uluslararası alanda yürütülen güncel tartışmalara ve kararlara yer vererek Türkiye özelinde bir değerlendirme sunmaya çalıştık. Konuyla ilgili soru, yorum ve önerileriniz olursa info@altıparmakhukuk.org adresine iletebilirsiniz.

Doğanın hakkını savunmak ve çevresel adaleti güçlendirmek amacıyla pro bono (toplum yararına hukuk) çalışmalarımız kapsamında hazırladığımız bilgi notlarını sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. 

Altıparmak Hukuk Bürosu

Hazırlayan: Stj. Av. İpek Sezgin

BİLGİ NOTU

2022-06

İklim Göçü

1- İklim Göçü Nedir?

Göç; ekonomik, siyasal veya kültürel sebeplerle bireylerin ya da toplulukların bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine geçici, daimi, istek üzerine yahut zorunluluk faktörlerini de içerebilen yer değiştirme hareketidir. Bu yer değiştirme hareketi bir ülke içerisinde yaşanıyorsa iç göç, bir ülkeden başka bir ülkeye yapılıyor ise dış göç olarak adlandırılır.

İklim göçü üzerinde anlaşılmış kesin bir tanım bulunmamaktadır. İnsanların ekonomik, çevresel ve siyasal yaşamlarını ve yaşam standartlarını olumsuz yönde etkileyen sel baskınları, fırtınalar, kasırgalar, deniz seviyesindeki yükselme, kuraklık ve çölleşme, yangınlar gibi iklim değişikliğinin sebep olduğu ani veya aşamalı çevre değişiklikleri nedeniyle geçici veya daimi şekilde bulundukları bölgeleri veya ülkeleri terk ederek başka bir bölge veya ülkeye gitme şeklinde ortaya çıkan yer değiştirme hareketi olarak tanımlanabilir. İklim değişikliği sebebiyle yerinden edilmiş bireylere ve topluluklara ise iklim göçmeni denilir.

İklim göçü geçici ya da daimi olmasına göre ya da ülke içinde yerinden edilme ile sınır aşan yer değiştirme olarak ele alınabilir. Geçici yer değiştirme, bireylerin özellikle doğal afetler sonucunda yaşadıkları bölgeden ayrılıp daha sonra tekrar yerleşmesidir. Daimi yer değiştirme ise bireylerin yaşadıkları bölgeden çevresel sebeplerle, doğal afetler sebebiyle yahut iklim değişikliğinin yol açtığı sebeplerle geri dönmemek üzere ayrılmalarıdır. Burada geri dönebilecek bir yerlerinin olmaması da büyük bir etkendir. İklim değişikliği kaynaklı çevresel felaketler bireylerin yaşadıkları ülkelerinden ayrılmalarına ve başka bir ülkeye göç etmelerine sebep olmuşsa sınır aşan yer değiştirme, ülke içerisinde bir yerden başka bir yere göçe sebep olmuşsa ülke içinde yerinden edilme gerçekleşmiş olmaktadır.

İç Göç İzleme Merkezi (IDCM) tarafından yayımlanan 2021 tarihli rapora göre Türkiye’ye dair veri eksikliği kabul edilmekle beraber, 2020 yılında toplam doğal felaketler kaynaklı 41.000 ülke içi göç kaydedilmiştir. Bu felaketlerin başını depremler çekmekle beraber iklim değişikliği kaynaklı sel baskınları ile orman yangınlarının da doğal felaketler içerisinde önemli yer aldığı söylenebilir.

Dünya Bankasının 2021 yılında güncellediği Dip Dalgası  (Groundswell) Raporuna göre, iklim değişikliğinin su kaynakları, tarımsal verimlilik ve deniz seviyesinin yükselmesi etkileri nedeniyle, dünya üzerindeki bazı bölgelerin yaşanabilirliği azalacaktır. İklim değişikliği kaynaklı göç hareketinin ise 2030 yılından itibaren görülmeye başlanacağı ve bu durumun ise 2050 yılına kadar şiddetle artacağı bekleniyor. Rapora göre, iklim değişikliği nedeniyle 2050 yılına kadar dünya üzerindeki 6 bölgede, 216 milyon insanın ülkeleri içinde yer değiştirmek zorunda kalacağı öngörülüyor. Peki, bu kadar insan ülkeleri içerisinde yer değiştiremediği ya da bu yer değiştirme onları kurtaramadığında ne olacak? Bunun cevabını ise sınır aşan göç hareketleri oluşturmaktadır. Kendi ülkeleri içinde yer değiştiremeyen ya da Pasifikteki ada ülkeleri gibi ülkelerde yaşayan insanlar, iklim değişikliğinden daha az etkilenen ya da daha çok gelişmiş ülkelere halihazırda göç etmeye başlamışken, beklenen 216 milyon insanın sınır aşan göç hareketini yapmaya mecbur kalacağı gerçeğini beklenenden çok daha yakın bir tarihte bizzat yaşayarak öğreneceğiz.

2- İklim göçü ve iklim göçmenleri konuları uluslararası alanda nasıl değerlendirilmektedir?

İklim göçünün ve iklim göçmenlerinin uluslararası hukukta ve yerel mevzuatta henüz bir yeri bulunmamaktadır.

Öncelikle bir göç hareketinin uluslararası hukukta bir koruma kazanabilmesi için bu göç hareketinin zorunlu olması gerekmektedir. Zorunlu göç; insanların bulundukları yeri, savaşlar, doğal afetler, işsizlik, dini, siyasi, etnik baskılar, güvenlik ihtiyacı gibi sebeplerle terk etmek zorunda kalmalarıdır. Kapsayıcı bir zorunlu göç tanımı da bulunmadığından, her bir göç hareketi için uluslararası koruma araçlarının belirlediği çerçevedeki kriterlere uygun bulunup bulunmadığı değerlendirilerek karar verilmektedir. Uluslararası Hukukta zorunlu göçe yönelik koruma araçları ise 1951 tarihli BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ile geri gönderme yasağıdır.

1951 tarihli BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşmeye göre mülteci; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişilerdir. Sözleşme, günümüzde insan haklarının gereksinimlerini ve zorunlu göçe neden olan itici faktörlerin hepsini karşılayamadığı için eleştirilmektedir.

İlgili sözleşmeye göre, öncelikle göç hareketinin zorunlu sebeplerle gerçekleşmiş olması, temel hak ve özgürlüklerin ihlalini teşkil edecek ve ciddi zararlar doğuracak bir zulüm ihtimalinin bulunması ve bu ihtimalin sözleşmede sayılan sebeplerden birisi ile açık bir şekilde bağlantılı olması gerekmektedir.

Geri gönderme yasağının temeli uluslararası sözleşmeler ile atılmış, aynı zamanda 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda da “…işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.” şeklinde düzenlenerek mevzuatımızda yer bulmuştur. Geri gönderme yasağına göre bireyin yaşam hakkının ihlali ya da işkenceye, insanlık dışı muameleye uğrayabilme riskinin bulunduğu bir yere gönderilmesi yasaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise geri göndermeme yasağının şartlarını AİHS m. 3 kapsamında işkence ve kötü muamele yasağı ve kötü muamele derecesinde dar bir çerçevede incelemiştir ve iklim değişikliği ve çevresel etkilere bağlı geri gönderme hallerinin bu çerçevede değerlendirmesinin yolunu  bu tarihe kadar aldığı kararlarda kapalı tutmuştur. Her ne kadar durum bu olsa da BM İnsan Hakları Komitesi[1] 2020 yılında,  iklim değişikliği ve felaketler bağlamında sınır değiştiren bireylerin, yaşam haklarına yönelik ciddi ve onarılamaz bir zarar görme riski ile karşı karşıya kalacakları bir ülkeye geri gönderilmeme hakkına sahip olduklarına dair bir karar vererek, iklim göçmenlerine uluslararası koruma yollarının kapısını aralamıştır.

Teitiota v. Yeni Zelanda Kararı

Kiribati vatandaşlığına mensup Ioane Teitiota, Yeni Zelanda’ya sığınma başvurusunda bulunmuş ancak başvurusu reddedilmiştir. Ret kararına ilişkin davada yaşadığı yer olan Tarawa adasındaki durumun, küresel ısınmanın neden olduğu deniz seviyesindeki yükselme nedeniyle tuzlu su kirliliği ve aşırı nüfus yoğunluğu nedeniyle içme suyunun yetersiz olduğunu, yaşam koşullarının dengesiz ve istikrarsız bir hale geldiğini belirtmiştir. Deniz seviyesinin yükselmesiyle mücadele girişimlerinin büyük ölçüde etkisiz kaldığını, arazilerin erozyona uğraması sebebiyle toprak yapısının bozulduğunu, bu durumun da üzerinde yaşanacak konut krizine ve çok sayıda ölüme neden olan arazi anlaşmazlıklarına neden olduğunu, böylece Kiribati ülkesinin başvurucu ve ailesi için dayanılmaz ve şiddetli tartışmaların olduğu bir ortam haline geldiğini belirtmiştir.

Bu durum üzerine Yeni Zelanda mahkemeleri BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ile BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme kapsamında değerlendirme yapmıştır. Başvurucunun, mülteci ve/veya koruma altındaki kişi olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğini BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme kapsamında incelemeye alarak, koruma tesis edebileceği yasal mevzuata uygun bulmamıştır. Mahkeme, başvurucunun fiziksel zarar görme ihtimali ile karşı karşıya olduğuna, içme suyuna erişimi olmadığına ya da karşılaştığı veya dönüşte karşılaşacağı çevresel koşulların hayatını tehlikeye atacak kadar tehlikeli ve ciddi olduğuna dair hiçbir kanıt sunmadığı gerekçesiyle başvurucunun sığınma başvurusunu reddetmiştir.  

BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme (MSHS) kapsamında yaptığı değerlendirmede Kiribati Devleti’nin Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında keyfi olarak hayatından mahrum bırakılma riskini gösterebilecek herhangi bir eylemi veya ihmaline ilişkin kanıt gösterilemediğini ve incelenen planlar ile devletin programlı adımlar atarak pozitif yükümlülüğünü yerine getirdiğine karar vermiştir. Mahkemeye göre başvurucu, yaşamı veya ailesinin hayatı için yeterli derecede risk olduğunu ispat edememiştir ve bunun sonucu olarak da ihlal kararı verilmemiştir.

Bu karar üzerine Teitiota, BM İnsan Hakları Komitesi’ne başvuru yapmış ve Yeni Zelanda’nın Kiribatiye’ye geri gönderme kararının BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (MSHS) 6. maddesinde düzenlenen yaşam hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

Komite; Kiribati’de hüküm süren koşullar, başvuru sahibi ve adaların diğer sakinleri için öngörülen riskler, Kiribati yetkililerinin ve uluslararası toplumun müdahale etmesi için kalan süre, adaların çok ciddi durumu ve halihazırda devam etmekte olan çabaları detaylı olarak değerlendirmiştir.  Taraf  Devletin gelecekteki sınır dışı davalarında Kiribati Cumhuriyeti’ndeki durum, iklim değişikliğinin etkileri ve bunun sonucunda yükselen deniz seviyelerine ilişkin yeni ve güncellenmiş verileri dikkate alma sorumluluğunun devam etmesi saklı olmak üzere, başvuru sahibinin 2015 yılında Kiribati Cumhuriyeti’ne sınır dışı edilmesi kararını, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamındaki haklarının ihlali olarak kabul etmiştir.

Komite ilk kez, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri sebebiyle bir kişinin bu etkilerin oluştuğu yere gönderilmesinin MSHS ekseninde yaşam hakkının ihlali sonucunu doğurabileceği yönünde bir yorum yaparak, iklim değişikliği ve felaketler bağlamında sınır değiştiren bireylerin, yaşam haklarına yönelik ciddi ve onarılamaz bir zarar görme riski ile karşı karşıya kalacakları bir ülkeye geri gönderilmeme hakkına sahip olduklarını belirtmiştir.

3- İklim mülteciliği mi, iklim göçmeni mi?

İklim değişikliğinden kaynaklanan çevresel sebeplerle göç kavramının üzerinde anlaşılmış kesin bir tanımının bulunmadığını belirtmiştik. Kavramın tanımında bir ortaklık bulunmadığı gibi, aslında iklim değişikliği kaynaklı yerinden edilmiş bireyler için de birden fazla kavram kullanılmaktadır. Bunlara örnek olarak iklim mültecisi, iklim göçmeni, kalıcı göçmen, geçici göçmen, çevresel sebeplerle yerinden edilmiş bireyler gibi farklı kavramları sayabiliriz.  Biz bu bilgi notunu hazırlarken iklim mülteciliği kavramı yerine iklim göçmeni kavramını kullanmayı tercih ettik. Çünkü uluslararası mevzuata göre dahi, iklim göçmenlerinin mültecilik statüsüne sahip olup olmadığı tartışmalıdır ve Türkiye’nin mültecilik statüsü uluslararası statüden daha kısıtlıdır. Türkiye; 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’ye taraf olurken mültecilik statüsüne coğrafi kısıtlama şartı koymuş ve yalnızca Avrupa Konseyi üye ülkelerinden gelen bireylere mültecilik statüsü tanıyacağını belirtmiştir.  Ülkemizde iklim mülteciliği kavramının hukuki olarak karşılığı bulunmadığı için, bu kavram yerine iklim göçmeni kavramının kullanılmasının daha uygun olacağını düşünmekteyiz.  

5- Türkiye iklim göçünden nasıl etkilenebilir?

Küresel iklim değişikliği, dünyada sıcak hava dalgaları, çölleşme, yağmur rejiminde değişiklik, kuraklık, taşkınlar ve fırtınalar gibi aşırı hava olayları, tarım, hayvancılık, sağlık problemleri, buzulların erimesi, deniz seviyesindeki yükselme, yangınlar gibi pek çok değişikliğe sebep olmaktadır.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün resmi istatistiklerine göre yıllık Türkiye ortalama sıcaklığı, 1970-1999 yılları arasında 12,7- 12,8- 13,0 °C aralığındayken, 2000- 2010 yılları arasında 13,6° C, 2011-2021 yılları arasında ise 14,1 °C’yi bulmuştur. [2]  Yine yıllık ortalama sıcaklık dağılımı ve eğilimi istatistiklerine bakarsak, 2012 yılından itibaren sıcaklık ortalamasının 13,8 ve yukarısında gözüktüğünü ve 2018 yılını takip ederek, 14,4 derece ve üzerinde artış eğilimi olduğu görülmektedir.

Buna kıyasla, yağış verisinin ortalamasına bakılacak olursa periyodik olarak azaldığı[3] ve 2020 ve 2021 yıllarında ise yıllık ortalama yağış çizgisinin altında kaldığı ve yağışların düzensizleştiği görülebilmektedir.

IPCC’nin İklim Değişikliği 2022: Etkiler Uyum ve Kırılganlık Raporu ve araştırmalara göre yağış rejiminde öngörülen değişim ve artan hava sıcaklığı nedeniyle toprak erozyonunun artacağı, bu durumun ise özellikle Akdeniz Bölgesi’nde yer alan tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 30’unu olumsuz etkileyeceği,  yüksek sıcaklıkların, sıcak çarpması, solunum problemlerinden kaynaklanan hastalıkları da arttıracağı, su sıcaklıklarındaki artışın ve yabancı tür istilasının Akdeniz’deki balık türlerinin en az yüzde 10’nun kaybına neden olacağı belirtilmiştir. Yine rapora göre, 2060 yılına kadar Doğu Akdeniz’de ekonomik değeri yüksek deniz türlerinin yüzde 20’den fazlasının nesli tükenebileceği,  Karadeniz’in ısınması sonucunda değişen oksijen oranına bağlı olarak balık türlerinin dağılımını etkileyerek biyoçeşitlilik, ekoloji, insan sağlığı ve sosyoekonomik alanlarda büyük ve olumsuz değişiklikler beklenebileceği vurgulanmaktadır.  

Akdeniz Havzası’nda gerçekleşecek 2°C’lik bir sıcaklık artışı, beklenmeyen hava olayları, sıcak hava dalgaları, orman yangınlarının sayısında ve etkisinde artış, kuraklık ve bunlar dolayısıyla biyolojik çeşitlilik kaybı, turizm gelirlerinde azalma, tarımsal verim kaybı ve en önemlisi kuraklık olarak etkilerini gösterecektir.

Türkiye özelinde, sıcaklık artışının 2030’lu yılların sonuna kadar daha az artış eğiliminde bulunması ancak bu tarihten itibaren hızlı bir artış gözlenmesi, yağış rejiminin değişmesi ile Karadeniz Bölgesinde yağışlarda yüzde 10 ile yüzde 20 arasında artışı beraberinde getirirken, Türkiye’nin güney kesiminde yüzde 30’a kadar bir azalma, geri kalan bölgelerinde yağışlarda azalmaların görülmesi beklenmektedir.

Mevcut verilere göre, Türkiye’nin sel ve su baskınlarına en kırılgan bölgesi Karadeniz’dir. Karadeniz’i, Marmara Ege ve Akdeniz Bölgeleri izlemektedir. Yağışlardaki yüzde 10 ile yüzde 20’lik bir artış, Karadeniz bölgesinde yaşayan insanları sel felaketleri açısından olumsuz etkileyecekken, ülkemizin geri kalan kesimlerinde azalan yağış rejiminin ve yüksek sıcaklık artışının su kaynaklarında ciddi şekilde azalmaya neden olacağı açıktır.

İklim ve coğrafi koşullar dikkate alındığında Türkiye’deki kurak alanların Ege ve Akdeniz Bölgelerinin büyük bir kısmı ile Güney Doğu Anadolu Bölgesi olduğu görülmektedir. Sadece 2000 ile 2016 yılları arasında ülkemizin toplam yüzölçümünün yüzde 1.80’inde kuraklık eğiliminde artış görünmekteyken, çölün bulunmadığı Türkiye’de Konya, Iğdır ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri çölleşme tehlikesi altındadır. Halihazırda Karapınar kumullarının oluşmuş olması bu alanın çöle dönüşmesinin önüne şimdilik geçtiyse de, ilerleyen iklim değişikliği sürecinin yönetilememesi hepimizi olumsuz etkileyecektir.

Ülkemizi etkileyen söz konusu değişiklikler, su kaynaklarında ciddi derecelerde azalma, kuraklık, çölleşme, orman yangınlarının sayısında ve etkisinde artma ve biyolojik çeşitlilik kaybını beraberinde getirecektir. Bu durum ülkemizi ve içerisinde yaşayan insanları olumsuz etkileyecektir. İklim göçü, bu nedenle sadece ülkemize gelebilecek bir dış göç meselesi olarak değil, bizzat bizlerin potansiyel göç mağdurları olabileceği bir olgu olarak düşünülmeli ve buna ilişkin politikalar ve önlemler geliştirilmelidir.

6- İklim değişikliğinden en çok etkilenecek kişiler ve topluluklar hangileridir?

İklim değişikliğinden ve sonucunda oluşabilecek iklim göçünden en çok etkilenmesi beklenen kişiler, yani bu duruma karşı en kırılgan gruplar kadınlar, çocuklar, engelli bireyler, yerli halklar, köylüler ve kırsal alanlarda çalışan diğer insanlar; su kıtlığı, kuraklık ya da çölleşme koşullarında yaşayan insanlar, azınlığa mensup bireyler, evsiz bireyler, asgari geçim koşullarının altında yaşayan bireyler, göçmenler, mülteciler, ülke içinde yerinden edilmiş bireyler, çatışma bölgelerinde yaşayan bireylerdir.

Kırılgan grupların güçlendirilmesi ve iklim değişikliğinin kırılgan gruplar üzerindeki etkisin uluslararası alanda giderek artan şekilde tartışılmaya başlamıştır. İklim göçü ve iklim değişikliğinin kırılgan gruplar üzerindeki etkilerine dair BM insan hakları mekanizmaları ve raportörleri tarafından yayınlanan bilgi notları ve çağrılara aşağıdaki linklerden ulaşılabilir.

https://altiparmakhukuk.org/blog/bm-iklim-degisikligi-baglaminda-insan-haklarinin-gelistirilmesi-ve-korunmas-59  

https://altiparmakhukuk.org/blog/ceviri-iklim-degisikligi-yerinden-edilme-ve-insan-haklari-57

https://altiparmakhukuk.org/blog/bm-gocmenlerin-insan-haklari-ozel-raportoru-cagrisi-53

 

[1] BM İnsan Hakları Komitesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin denetim organıdır. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin taraf devletlerce uygulanmasını izlemek ve denetlemek amacıyla, aynı Sözleşme'nin 28. maddesi uyarınca oluşturulmuştur.

TÜM HAKLARI SAKLIDIR 2019 ©
Powered by